YÖNETMEN | Nuri Bilge Ceylan | TÜR |
Dram |
|
OYUNCULAR | Deniz Celiloğlu-Merve Dizdar-Ece Bağcı | ÜLKE | Türkiye | |
YAPIM YILI | 2023 | SÜRE | 3 saat 17 dakika | |
ÖDÜLLER |
Cannes Film Festivali “En İyi Kadın Oyuncu” |
IMBD MUBI |
8,1
|
|
IMBD LİNKİ | Tıklayınız | |||
Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde Merve Dizdar’ın “En İyi Kadın Oyuncu” ödülü aldığı merakla beklenen son filmi “Kuru Otlar Üstüne” Adana’da yapılan 30.Altın Koza Film Festivali’ndeki prömiyeri ile Ekim ayı başında gösterime girdi.
Filmin kahramanları Samet, Nuray ve Kenan isimli üç öğretmen. Samet ve Kenan aynı okulda çalışıyor, aynı evi paylaşıyor, zorunlu şark hizmetlerini yapıyorlar. Kenan filmin geçtiği coğrafyanın (Erzurum civarı) çocuğu. Samet de Kenan da öğretmen olduklarına pişman. Kenan, yedi yıldır aynı okulda yaptığı görevinde, hak ettiğini düşündüğü müdürlük unvanını alamamasını; iktidara yakın olamamasına, alevi kökenli olmasına bağlıyor ve bu yüzden kızgın, “Keşke hiç öğretmen olmasaydım” diyen biri. Samet ise, hiç istememesine rağmen dördüncü yılını doldurduğu şark hizmetinin bir an önce sona ermesini bekleyen, bol inişli çıkışlı ruh haline göre öğrencilerine bazen iyi çoğu zaman kötü davranan, onları aşağılayan bir öğretmen. Samet ve Kenan kasabada çalışıyor. Filmin kadın kahramanı Nuray ise şehir merkezindeki okulda görevli. Nuray, bir canlı bombanın yaptığı terör eylemi sırasında bir bacağını kaybetmiş olmasına, ağır travmalar yaşamasına rağmen, ideallerini tam kaybetmemiş, hayatı sorgulayan, birlikte oturduğu ailesinden istese de tam kopamayan, arayış içinde olan bilinçli bir genç kadın.
Filmin odağındaki karakter Samet. Okumuş, düşünen, sorgulayan, her şeyi eleştiren, biraz narsist, hepimizin biraz kendinden bir şeyler bulabileceği, kızgın, mutsuz bir tip. Ülkenin uzun süredir içinde bulunduğu politik ve toplumsal ortamla uyumsuz. Biraz tuzu kuru tarafta olduğu için, çok eleştirse de bir şeyleri değiştirmek için gerçek anlamda çaba sarfetmeyenlerden. Çoğumuzun yaptığı gibi, çok düşünüyor, eleştiriyor ama eyleme geçemiyor.
Kenan, öğretmenlik yaptığı coğrafyada yetişmiş, alevi kültürüyle büyümüş; Samet’e kıyasla daha açık fikirli, uyumlu, mülayim görünse de, aslında o da “Coğrafya kaderimizdir”in ötesine pek geçemeyenlerden.
Bir de Samet’in sınıfında Sevim isimli bir kız öğrenci var. Samet filmin başında tatil dönüşü Sevim’e ayna hediye ediyor, okulun koridorunda ikisini çok samimi izliyoruz. Hatta Samet elini Sevim’in omzuna atarak yürüyor koridorda. İkisinin ilişkisi oldukça muğlak biz seyirciler için. Senaryo gereği oyuncular da yönetmen de, seyirci üzerinde bilinçli olarak tam karar veremeyecekleri, emin olamayacakları bir belirsizliği çok başarılı şekilde yaratmışlar. Hissettiğinizden emin olamıyorsunuz.
Samet bir gün şehirde Nuray’la tanışır. Sürekli İstanbul’a dönmeyi düşünen Samet, ilk görüşme sırasında Nuray’ı çekici bulmaz. Belki bağlanmak istemez, belki de engelli olmasını küçümser. Annesinin sürekli evlenmesi için baskı yaptığı Kenan’la tanıştırır Nuray’ı. İkisi arasında bir çekim, yakınlaşma olur. Bu defa Samet onların yakınlaşmalarını kıskanır, aralarına girmeye çalışır.
Bu arada Samet’in özel ilgi gösterdiği öğrencisi Sevim ve bir kız arkadaşı kendilerini taciz ettikleri iddiasıyla Samet ve Kenan’dan şikayetçi olurlar. İftiraya uğradıklarını düşünen öğretmenler, okul müdürü ve Milli Eğitim Müdürü ile de sert tartışmalar yaparlar.
Filmde bir de Yüksel Aksu’nun başarıyla canlandırdığı veteriner Vahit ile yörenin kendini köşeye sıkışmış, bunalmış hisseden delikanlısı Feyyaz yan karakterleri var. Samet , Vahit ve Feyyaz ile arada Vahit’in kliniğinde oturup içki içip sohbet ediyorlar.
Buraya kadar filmdeki ana ve yan karakterleri anlatmaya çalıştım. Daha fazla spoiler vermeden yorumlarıma, filmle ilgili eleştirilerime geçiyorum.
Filmin senaryosu ve özellikle diyalogları çok iyi yazılmış. Nuri Bilge Ceylan filmlerinde çok da alışık olmadığımız şekilde diyaloğu bol bir film. Yönetmenin ve diğer senaristlerin (Akın Aksu, Ebru Ceylan) yıllarca memleket meseleleriyle ilgili gözlemlerinin ve içlerinde biriktirdiklerinin bir harmanı sanki.
Bölgesel, etnik, kültürel sorunlar, kişisel köşeye sıkışmışlıklar, yıllardır beklenen bir türlü gerçekleşmeyen umutlar her bir karakterin diyaloglarına, düşüncelerine, beden dillerine başarıyla yansıtılmış. Hepsinin üzerlerine “Umut etmenin yorgunluğu” çökmüş. Başka da yapabilecekleri bir şey yok gibi.
Samet, Vahit ve Feyyaz’ın olduğu sahnelerdeki diyaloglarda Vahit’in görmüş geçirmişliği, yaşanmışlıkları ile, Samet’in ayağı yere basan, etliye sütlüye karışmayan, rasyonel sayılabilecek duruşu; Feyyaz’ın gençliğinin, macera arayan yanının etkisiyle, ne olacaksa olsun, bir şey olsun da bu sıkışmışlıktan kurtulayım iç çatışmasının karşısında yer alıyor. Vahit de Samet de biliyorlar Feyyaz’ın gitmek istediği yolun sonu onu iyi bir yere ulaştırmayacak. Vahit, Feyyaz’a verdiği öğütlerde ondan kahraman olamayacağını da anlatmaya çalışıyor, adam gibi bir iş bulup annesine bakmasının doğru olacağını söylüyor. Çünkü biliyor, yıllardır acılı anneler, genç yaşta ölümler dışında bir çözüm getirmemiş dağa çıkmak. Bu gibi yan anlatılar, göndermelerle birçok toplumsal sorun filmin satır aralarında başarıyla verilmiş.
Filmin en uzun diyaloglarının olduğu, en etkileyici denebilecek bölümü, Nuray’ın anne ve babasının evde olmadığı bir hafta sonu Samet ve Kenan’ı evinde yemeğe davet ettiği ama Samet’in kıskandığı Kenan’a daveti iletmeyerek yalnız gittiği uzun sahne. Sanırım Merve Dizdar bu bölümdeki performansıyla Cannes Jürisini etkilemeyi başarmış, ödülü hakkıyla kazanmış.
Evde yenen yemek ve içilen şaraplarla derin bir sohbete başlayan Nuray ve Samet, sohbet ilerledikçe kişiliklerinin benzemeyen yönleriyle karşılaşırlar. Geceyi belki Kenan’la daha yakınlaşma fırsatı olarak tasarlayan Nuray, onun yokluğunda gideceği son noktaya kadar gitme cesaretiyle sorduğu cevaplanması zor sorularla Samet’i sıkıştırır. İdealizmini yitirmemiş Nuray’ı daha yakından tanıyıp; konformist, boş laf üretmekten başka bir şey yapmayan “aydın” ve bencil Samet’le aralarındaki farkları izlerken, için için seyirci olarak kendimizin nerede olduğunu da sorguluyoruz bu uzun bölümde.
Nuray, güveneceği, yola birlikte devam etmek isteyeceği kişinin Samet olmadığını anlamasına rağmen, toplumsal dayatmalara kişisel başkaldırı ve özgürlüğü adına geceyi Samet’le geçirir. Sabah ayrılırken Samet’e gece aralarında olanlardan Kenan’a bahsetmemesini sıkı sıkı tembihler. Ancak, Nuray’a gönülsüzce söz veren Samet tersini yapar. Çünkü insan olarak hiçbirimiz güvenilir değilizdir, zaaflarımız, düşkünlüklerimiz, kıskançlıklarımızla insanızdır. Öyle olmadığını düşünse de, farkında olsa da olmasa da Samet de öyledir işte. Eleştirdiğimiz, öyle olmayız öyle değiliz diye tanımladığımız kişi değilizdir aslında. Kenan’ın Samet’in kendisine geceyi Nuray’la geçirdiğini söylemesinden sonraki davranış değişikliği de öyledir.
Bu arada, yemek sahnesinde Samet’in tuvalete gittiği, kapıdan girdikten sonra başka kapılardan geçerek filmin set ekibi arasından geçip dolaştığı, tamamen öykünün dışına çıktığı bir bölüm var. İzlerken anlam veremediğim bu sahne ile ilgili daha sonra kafa yorarken youtube’da filmin Adana’daki prömiyeri sırasında soru cevap kısmında Nuri Bilge Ceylan’ın bu sahneyi açıklayan videosuna rastladım. Yönetmen, bu sahnenin senaryoda yer almadığını, diğer senaristlerin çekimden haberlerinin olmadığını, 2. yönetmenle beraber birkaç tane böyle sahneler çektiklerini ve kurguda filmde kullanılan sahnenin filme en uygun olduğuna karar verip kullanıldığını belirtiyor. Amacının filmin de diğer sanat eserleri gibi “yapıntı” olduğu gerçeğinin seyirciye hatırlatılması, seyircinin film ve kahramanlarıyla kendini özdeşleştirmemesi, yapıntı olduğunun idraki içerisinde izlemeye devam etmesini hatırlatmak olduğunu söylüyor. “Keşke bu sahne olmasaymış diyenlerle, iyi ki olmuş, yakışmış diyenler” çıkacağını bilerek yaptığını, nitekim böyle bir bölünme de yaşandığını ifade ediyor. Ben de olmasa daha iyi olurmuş diyen tarafta olduğumu, ancak yönetmenin tercihine saygı duyduğumu belirterek geçeyim.
Filmde, yöredeki toplumsal ve sosyal olayların filmin tüm konusunu teşkil ettiği eski filmlerdeki bilindik öyküler, kısa yan öyküler olarak geçmişteki halinden bugünkü gelinen noktada biraz törpülenerek başarıyla kullanılmış. Karakol komutanının temsil ettiği makam ve güç, başka filmlerde kolluk kuvvetlerinin yöre halkını ezen, aşağılayan, farklılıklarını yok sayan, baskıcı, faşist gösteren bir konumken; önce Samet’in odada olduğunu görmediğimiz makam odasında, karakol komutanı eski filmlerdeki tarzı hatırlatan baskıcı, aşağılayıcı bir giriş yaptıktan sonra, odada bulunan biraz çekingen, ürkek bakışlarla kadraja giren Samet’le yalnız kaldıktan sonra durum tamamen değişir. Komutan bekar bir astsubay kadınla tanışması için ona baskı yapar(farklı da olsa yine bir baskı var yani:)). İki sıradan arkadaş gibi sohbet ederler. Sonra belli ki zaman zaman yaptıkları gibi birlikte play station oynamaya başlarlar. Absürtlüğe evriliyormuş gibi görünse de, aslında hepimizin düşünce ve davranışlarının, sosyal tavır ve beklentilerinin ne kadar birbirine yakın, benzer olduğunu da bizlere gösterir bu sahne.
Bir başka başarılı yan öyküde, öğrencilerini taciz ettikleri şeklinde suçlanmaları üzerine, Milli Eğitim Müdürü’nün çağrısıyla soluğu onun makam odasında alan Samet ve Kenan’ın ziyaretleri sırasında yaşananlar. (Bu arada taciz suçlamasında Samet ile Sevim arasında seyirciyi tereddütte bırakan konular verilmiş ama Kenan için yapılan suçlamanın nereden kaynaklandığına dair önceden bir sahne yer almıyor filmde, orası eksik kalmış gibi). Milli Eğitim Müdürü’nün makamında daha önce benzer başka konuları da araştırmış müfettişin de katılımıyla yapılan görüşmede, yine bilinçli bir muğlaklık yaratılmış. Bir taraftan müdür ve müfettiş Samet ile Kenan’ın tarafındaymış, onların söylediklerine ikna oluyormuş gibi görünürken, diğer yandan araya giren cümlelerde iddialar doğru mu kuşkusunu da ima etmekten kaçınmıyorlar. Samet ve Kenan da ikilemde kalıyorlar. İktidarın erkine ve tercihlerine muhalefet ederlerken, kendilerine yönetmelikler, nizamnameler doğrultusunda neler yapılabileceği gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalıyorlar. Sanki yönetmen, haklı oldukları iddiasında olanların da her zaman haklı olamayabileceklerini, hiçbir şeyin her zaman tamda göründüğü gibi olmadığını hatırlatıyor bizlere.
Samet ile Sevim’in ilişkisine biraz daha yakından bakarsak, yazının girişinde de belirttiğim gibi, aralarındaki ilişkinin ne tür olduğuna seyirci olarak tam karar veremiyoruz. Samet’in diğer öğrencilerinin hiçbirine olmadığı kadar Sevim’e yakınlık göstermesine, ona ayna hediye etmesine, okul koridorunda omzuna el atmasına baktığımızda ilgisinin normal öğrenci-öğretmen ilişkisinin ötesinde olduğu hissine kapılıyoruz. Aynı şekilde, Sevim de öğretmenine cilveyle karışık bir yakınlık, ilgi gösteriyor. Bir gün Samet’in derste olduğu sırada okul müdürü bir öğretmenle birlikte dersi bölerek öğrencilerin özel eşyaları arasında -utanç verici- arama yapıyor. Sevim’in çantasından çıkan Samet’in verdiği aynayı ve bir aşk mektubunu da alıyorlar. Mektubun içeriğini ve kime yazıldığını merak eden Samet, Sevim’e geri vereceği gerekçesiyle mektubu ele geçiriyor. Kendisi okuyor, izleyici olarak ne yazdığını kime yazıldığını öğrenemiyoruz yine sadece şüphe duyuyoruz. Samet de kendisine yazılıp yazılmadığından emin olamıyor. Mektubun Samet’te olduğunu öğrenen Sevim geri almak istiyor. Üzgün, ağlayan, inatçı, korkusuz Sevim, Samet’in bütün tuzaklarına, yetişkin laf oyunlarına boyun eğmeyip, mektubu kime, neden yazdığını açıklamadan geri almayı başarıyor. Samet ile seyirci aynı kafa karışıklığını yaşarken, yönetmen kafamızı daha da karıştırıyor. Samet’in gözünden teneffüste Sevim’i uzak bir köşede yaşıtı bir oğlanla içeriği verilmeyen bir konuşma yaparken görüyoruz. Acaba mektup ikisi arasındaki ilişkinin bir ürünü müydü sorusunun cevabı Samet için de bizler için de cevapsız kalıyor.
Nuri Bilge Ceylan, Adana Prömiyerinde seyirci ve basın mensuplarıyla yaptığı soru cevaplı söyleşi de, ilk defa Ahlat Ağacı filminin senaryosunda birlikte çalıştıkları Akın Aksu’nun Doğu’da bir okula öğretmen olarak atanmasından sonra yaptığı görevi sırasında aldığı notları kendisiyle paylaştığını, ilk başlarda böyle bir film yapmaya niyeti olmamasına rağmen, daha sonra filmi yapmaya karar verdiğini söylüyor.
Yine aynı söyleşide “Neden hep kasabayı anlatıyorsunuz, şehri ve şehirdeki insanları anlatmıyorsunuz?” sorusu üzerine, (benim de klasik edebiyat eserlerini okurken fark edip düşündüğüm bir şeyi onun dile getirmesine de sevindiğimi belirtmeliyim) “İnsan her devirde her zaman aynı. Geçmişte de böyleydi, şimdi de böyle. Yer, mekan, zaman fark etmiyor, ben insanı anlatıyorum” cevabını veriyor.
Oyunculuklara gelirsek, bütün oyuncular rollerinin hakkını vermiş. Merve Dizdar Cannes’da aldığı ödülü hak etmiş. Bence 11 yaşındaki Ece Bağcı da Sevim rolündeki olağanüstü performansıyla bir ödül alabilirdi. Ergen genç kız, utangaç-duyarlı kız, fettan, cilveli kadınlığa evrilmekte olan kız gibi incelikleri olan rolünün üstesinden çok başarılı şekilde gelmiş.
Yönetmenliğinin ilk yıllarında fotoğrafçılıktan geldiği için sinemacılığı bazı çevreler tarafından küçümsenen Nuri Bilge Ceylan’ın ne denli dolu bir entellektüel olduğunu, yaptığı işin hakkını verdiğini, işine saygı duyduğunu, emekçiliğin ne olduğunu ve değerini bildiğini kendisini alkışlayarak belirtelim. Laf üretenlerin çok, incelikli iş üretenlerin az olduğu ülkemizde eserlerinin ne kadar değerli olduğunu da görmeliyiz.
Filmde birkaç yerde yönetmen ve eşinin yörede çektiği fotoğraflar ve fotoğraf pozuyla yapılan çekimler de yerli yerinde kullanılarak, söze dökülmeden çok şey anlatılmasına vesile olmuş. Tüm Nuri Bilge Ceylan filmlerinde olduğu gibi görsellik bu filmde de en üst düzeyde. Tablo gibi düzenlenmiş , çokça kar yağarken çekilmiş sahneler, ışıklandırmanın başarısı filmden görsel olarak da alınan zevki en üst seviyeye çıkartıyor. Tolstoy’un, Dostoyevski’nin klasik eserlerini okurken aldığınız hazzı filmi izlerken de alıyorsunuz.
Bol diyaloglu ve 197 dakikalık çok uzun bir film olmasına rağmen, sonuna kadar sıkılmadan, temposu düşmeden merakla izleniyor.
Başta Nuray ve Samet’in evde yemek yedikleri bölüm olmak üzere diyaloğun bolca kullanıldığı filmde, uzun diyaloglar didaktik bir yapıya dönüşme tehlikesi içerse de, gerek senaryonun gerekse oyuncuların başarısı ile bu engel aşılmış.
Nuri Bilge Ceylan son filmlerinde işaretlerini verdiği ulusal sinemadan evrensel sinemaya, sanata giden süreci “Kuru Otlar Üstüne” ile tamamlamış. Her ne kadar Türkiye’nin doğu bölgesinde geçen, bu ülkeye özgü sorunları anlatıyormuş gibi görünse de en azından anlatım şekli ile evrensel dili yakalamış. Doğu Bölgelerimizdeki kırsal sorunları, gelenek ve sınıf çatışmasını anlatan Türk sinemasının başarılı eski filmlerinde kullanılan türküler, ağıtlar, uzun havalar yerini Philip Timofeyev’in klasik müzik tercihine bırakmış. Yönetmen filme çok yakışan müzikleri cesaretle kullanmış ve çok da güzel olmuş.
Nuri Bilge Ceylan, bilgi ve entellektüel birikimini filmde çok “dengeli” ve “tarafsız” bir bakış açısı sınırları içerisinde kalarak özenle kullanırken; Türkiye adına 2023 yılı Oscar ödüllerine “En İyi Yabancı Film” kategorisinde yarışmaya katılmayı, uzun zamandır tarafsız olma özelliğini yitirmiş TRT’nin de desteğini almayı, kamu otoritelerinin muhtemel engellemelerini aşmayı, entellektüel duruşundan ödün vermeden başarmış görünüyor.
Kış bitmiş, karlar erimiş, yaz gelmiş. Samet, Nuray, Kenan antik anıtların arasında, kırsalda derelerin etrafında konuşmadan dolaşıyorlar. Biz Samet’in iç sesini dinlerken kendi iç sesimize de kulak veriyoruz. “Buralarda dört mevsim yoktur.” diyor Samet’in iç sesi bize. “Yalnız yaz ve kış vardır.” Samet’in ve bizim iç seslerimiz karışıyor birbirine. Sevim gibi tazeler baharı, sonbaharı yaşamadan evlenip, gelenekler-görenekler arasında hızla eş, anne, kayınvalide olarak ani bir yaza, oradan da hızla kışa geçiveriyorlar. Hiçbir umut yeşermiyor, yeşerse de hemen kurutuluyor. Bu yüzden filmin sonlarında yer alan Sevim’in geriye dönüp baktığı o müthiş anda, hem baharı görmeden yaza geçmek üzere olan gençliğini hem de kar taneli saçlarında sonbaharı görmeden gireceği kışını bir arada görüyoruz.
Dünyanın farklı coğrafyalarında -Anadolu’da, Orta Doğu’da, Güney Amerika’da- yer, mekan değişse de; savaşların, yıkımların, tarihten gelen kin ve düşmanlıkların, ayırımcılıkların, zalimliklerin, daha çok erkeklerin koyduğu kurallarla yoğrulan geleneklerin ve şiddetin gölgesinde kan ve gözyaşlarıyla sulanan umutlar bir türlü yeşeremiyor. İşte bu yüzden bir çok coğrafyada yaşlısı genci “Umut etmenin yorgunluğu” ile yaşamaya devam ediyor.
Ahmet Erdemli
(2 Kasım 2023)
Yorumu filmin gerek bütünsel gerekse sahne analizleri bakımından çok başarılı buldum. Seyrederken çok etkilendiğim filmin tüm sahneleri bu yorumla daha net bir yere oturdu. Emeğine sağlık!